8 Ağustos 2018 Çarşamba

Moda, Nilüfer ve Victoria’nın Sırrı...


20.Mart.2011  COSMOTURK

Madde 5798: Giyinip soyunmaya üşeniyorum!

Tuhaflıklar listemin en nadide maddelerinden olan kadın olmanın tüm tanımlarıyla çelişen bu madde hayatımda ne garip manzaralar yaratıyor bir bilseniz! Ben ertesi gün ne giyeceğine gardrobunun yarısını denedikten sonra karar veren ve bundan keyif alan kadınlardan değilim hem de hiç. Arkadaşım Nilüfer olmasa tüm giyeceklerimi dükkana gidip göz kararı satın alırdım.

On numara alış veriş arkadaşım Nilüfer gardrobumdaki her parçanın satın alınma hikayesinde başrollerdedir. Damarlarında kan yerine lavla karışık enerji içeceği akan Yay-At arkadaşım her daim fonda yinelenen bir ‘dıgıdık’ efekti eşliğinde arz-ı endam eder! Benim gibi zihni fazla mesai yapan ve fakat bedeni hep üç gün geriden takip eden bir insanın bu enerji topunu yakalaması mümkün değil tabi ki! Nilüfer ve ben neredeyse hiç bir olaya aynı açıdan bakmayız ama tam da bu sebepten gülmekten karnımızın kasıldığı ve yanaklarımızın tutulduğu durumların göbeğine beraberce düşebiliyoruz. Nilüfer’i ne zaman görsem ya bir yere yetişiyordur ya da bir yerlerden dönüyordur genellikle çok net ve bilgelik dolu açıklamalar yapar ‘Of! Terledim, acıktım, yoruldum, bunaldım!’ Hemen mutfağa girer ve yirmi dakika içinde dört kişilik ana yemek, pilav, salata yapar; sofrayı kurar, sofrayı kaldırır, bulaşıkları yerleştirir, kahve yapar, kuru yemişleri hazırlar ve sonunda kanapeye devrilir. İzlemeye başladığımız filmin ilk yarım saati bitmeden de uyuklamaya başlar. Ben evli değilim ya bir nevi koca ihtiyacımı Nilüfer’le karşılıyorum, onun gerçek bir kocası da var bu arada...

Neyse konuyu dağıttım yine ben aslında kendi alışveriş yapamama hallerimi anlatmak istiyordum bir de moda ile aramdaki 15 kiloluk mesafeyi. Nilüfer’e sorarsanız ben androjen pamuklu pijamayla ‘Carmen’ arasında gidip geliyorum. Son zamanlarda almaya niyetim olmayan ama ‘Aaaa! Ne güzeell!’ dediğim süslü püslü, cicili bicili her şeye hiç çenesini yormadan ‘Carmen’ deyip geçiyor arkadaşım. Carmen kısaca ‘İlkay saçmalama sen 1.70 boyunda tombul bir kadınsın böyle cicili bicili, zarif zerafet şeyler senin üzerinde kelebek konmuş gibi durur, bırak onu da seksi bir şeyler bak!’ demek oluyor. Sonuna kadar haklı olduğunu bilsem de bir göz edepsizliğim var, fırfırlı eteklerden, avuç içinden taşmayacak göğüsler için tasarlanmış askılılardan, bele oturan korsajlardan yani nasıl anlatayım Fransız hizmetçi kostümü ile İskandinav geleneksel kıyafetleri arasında bir yerlerde tuhaf kılıklara bayılıyorum. Tabi bu kıyafetleri giyebilmek için Kylie Minogue olmak lazım, hoş zaten tipime gitse de kişiliğime gitmeyen, giysem kendimi komik hissedeceğim kıyafetler ama yine de tutamıyorum kendimi ‘ Aaa! Ne güzelmiş!’ diyorum Nilüfer’in gözü dönüyor! Seksenlerde genç olmaktan kaynaklanan bir rüküşlük eğilimim var ruhumun kuytularında balerin bir yeni yetme gizleniyor, tütülere, dantellere, korselere dolanmak istiyor bereket bu tuhaf istekleri hayata geçirmiyorum sadece ‘ Ne güzelmiş!’ deyip geçiyorum işte, yüzde yüz zararsızım.

Alış verişe çıktığımızda ben fermuarımı çekene kadar Nilüfer 15 elbise denemiş ve ihtimalleri ikiye indirmiştir bile! Ben bana yakışan ama tarzım olmayanlarla yakışmayan ama tarzım olanları eledikten sonra gardrobumda kombine yapabileceğim renklerde olanları seçer ve son bir kez onları giyeceğimden emin miyim diye kontrol ederim. Bu arada Nilüfer ‘Onu bırak sakın alma! Ya! Şunu bir denesene bakarak nasıl anlayacaksın yakışıp yakışmadığını! Güzel oldu işte!’ şeklinde beni hizaya sokup hızlandırmaya çalışır. Son üç parçadan hangisini alacağıma bir türlü karar veremezken Nilüfer’in sabrı taşar ‘Of! İlkay bir karar ver artık!’ diye beni son noktayı koymaya zorlar. Nilüfer olmasa ben hep benzer renkler ve modellerde şeyler satın alıp kendime yakışan modellerin konforunda yaşayıp giderdim herhalde çünkü gerçekten elbise denemeye fena halde üşeniyorum. Bir kez denemeye başlayınca da sonsuza kadar kararsız kalıyorum.

Fashion TV’nin çalı çırpı bacaklı, vitamin eksikliğinden yürüyemeyip sürünen modelleri bir çok kadını blumia’ya sürüklerken bende yaradanıma sığınıp şükretme ihtiyacı doğuruyor, tahtalara vuruyorum! Hükümet gibi kadın olmak hayatımın amacı değildi elbette ama kaderime razıyım. Moda kanallarını izlerken ancak varla yok arası bedenlerde güzel görünecek elbiselere bakıyorum ve sanatçı saydığım modacılara hak veriyorum sonra da günlük yaşama uygulanabilirliği sıfır olan kıyafetlerle gözlerime ziyafet çekiyorum. Olayı kişisel algılamaya geek yok Victoria Beckham’la rekabet ihtiyacında değilim, tüm Victoria’ları bağrıma basmaya hazırım! Çekiyorum polar pijamalarımı filtre kahve ve yer fıstığı eşliğinde Victoria’nın sırlarına vakıf oluyorum. Benim için Victoria’s Secret yılın en önemli olaylarındandır, Oscar’la ve Eurovision şarkı yarışmasıyla yarışır o derece yani! Bu dünyada hem zayıf hem seksi hem de güzel olabilen üç beş kızı bir arada görebileceğim tek etkinliktir Victoria’s Secret ayrıca da gerçekten taktire şayan bir reklam kampanyasıdır, daha kaç yıl ekmek yiyecekler bu kampanya fikrinden merakla bekliyorum.

Koca memeli kanarya olmaya bayılmasam da bülbülü Paris moda haftasına koymuşlar ‘ İlle de vatanım!’ demiş.

DOMESTİK ŞİDDET HAK EDİLEN BİR ŞEY Mİ VE DİNAZORLARLA BİR İLGİSİ VAR MI?



Bir tema farklı kanallardan tekrar tekrar karşıma çıkıyorsa biliyorum ki gör beni diyor havalı deyimle 'domestik şiddet' kuşağımın feministlerinin gündelik diliyle 'dayak yiyen kadınlar' döne döne düşüyor önüme kaçtır. Son aylarda Meltem Güner'in youtube videolarında en sık verilen örneklerden birisi olarak çıkıyordu karşıma. Kurban inancı, kendine zulmetmek, konfor alanından ne pahasına olursa olsun çıkmamak bağlamında örnek gösteriyor dayak yiyen kadınları Meltem Güner. Genel anlatım içinde çok da kafa yormadan kabul ettim açıkçası çünkü fiziksel şiddet ilk elden çok da tanık olduğum bir kavram değildi hayatımda. 
Bir dönem kadın araştırmalarıyla ilgili kitapları çok yoğun okurken genellikle erkeklerin iletişim konusunda kadınlardan daha yetersiz olmaları sebebiyle yenileceklerini anladıkları noktada yetersizlik duygusu yüzünden şiddete başvurduklarını okumuştum. Erkeğin zeka seviyesinin kadından daha düşük olması da etkin parametrelerden birisiydi hatırladığım kadarıyla. Cinsiyetleri bu kadar rahat ayırıyorum çünkü erkeklerin şiddet uygulama oranı % 85! Yani bir nevi adamların tekelinde domestik şiddet.
Son haftalarda farklı bir konu araştırırken karşıma narsisistik kişilik bozukluğu çıktı ki bu da hemen hemen aynı oranda erkek egemenliğinde bir rahatsızlık. Bana göre hikayenin en dramatik tarafı da ne psikologların ne de sosyologların kurbanlara hiç bir alternatif sunamamaları zira narsisistikler asla tedaviye yanaşmıyor. Daha çok kurbanlara yardımcı oluyorlar sağolsunlar. 2018 yılında bir dinazorla karşılaştığınızda veya bir narsisistiğin ağına düştüğünüzde ister bir paleontoloğa isterseniz psikoloğa başvurun alacağınız tavsiye aynı 'Kaç! Canını kurtar! Koş koş koş!!! Arkana bakma sakın' 
Erkek dediğin amigdaladan hallice! İlk dayak yediğinde donup kalırsan gelecekte  yiyeceğin dayakların habercisine 'Merhaba' demiş oluyorsun. Bu yüzden eline ne geçerse kafasına geçir, mutlaka canını yak diyor uzmanlar, yoksa vay haline! Maalesef sevdiği adamdan ilk tokadını yiyen kadınlar genellikle şok geçirip donup kalıyormuş ve erkek de rahat bir soluk alıyormuş, kadını susturmanın yolunu bulduğu için.
Uzun lafın kısası bu konuda polis,  kanunlar, aile büyükleri vb kadını koruyabilecek yeterlilikte  bir merci yok daha çok kadına taktik verip ölmemeye çalış diyorlar. ( Hatta bir filmde Jennifer Lopez'in canlandırdığı karaktere polis açık açık 'sen onu öldür yoksa o seni öldürecek' diyordu, tavsiyeye uyuyordu o da)
Ruhumuzun ihtiyaç duyduğu deneyimleri kendimize çektiğimize canı gönülden inanıyorum. Böylece öğrenir, ders alır ve güçleniriz. Ama bu tam olarak şiddeti hak ettiğimiz anlamına gelmiyor bence. Son olarak karşıma çıkan ve beni bu yazıyı yazmaya zorlayan TedX konuşmacısı Leslie Morgan Steiner'ın 'Why domestic violence victims don't leave?' adlı videosu da tam olarak bunu anlatıyor. Neden aile içi şiddet mağdurları kaçmaz? Neden kalıp bu istismara katlanırlar? Steiner ustaca tuzağa düşürüldüğünü ve başlangıçta olacakları tahmin etmenin imkansız olduğunu söylüyor. Narsisistik kişilikten söz etmese de profil bire bir örtüşüyor. Diğer detayları merak edenler için linki aşağı bırakıyorum ama özet geçmek gerekirse  Leslie Morgan Steiner istismarcından kaçmanın kurbanın hayatına mal olacak kadar tehlikeli olabileceğini söylüyor. Steiner'a göre  bunun sadece  kurbanlar farkındaymış insanlar işin bu boyuta geleceğini düşünmezlermiş.
Bir çok kişisel gelişim kitabından ve ilişki danışmanlarının beyanatlarından anladığım kadarıyla bu konuda sorumluluk dönüp dolaşıp kadının omuzlarına çörekleniyor ki bu belki de o kadar da kötü bir şey değil. Prenslerden medet ummayı bırakın ve kendi hayatınızın tek yöneticisi olun. Yaşam koçları, kişisel gelişim uzmanları, psikologlar  ve okuduğum, izlediğim bir sürü hikayeden çıkardığım sonuçlarım naçizene bunlardır.  İçtenlikle aşağıdaki maddelere bir göz atmanızı tavsiye ediyorum.

- Sınırlarını belirle ve aşk, evlilik, çocuk vb hiç bir şey için bundan taviz verme. Egoistlikle egosal alanı birbirine karıştırma. Egosal alanını canın pahasına korumalısın.
- Bir insanı hele de bir erkeği değiştirebileceğini düşünme seni mutlu etmiyorsa ondan uzaklaş
- İlişkiler kazan-kaybet oyunu değildir inat etme bırak bitsin
-Sevilmeyi hak ediyorsun, değerlisin buna önce kendin inan ve hak ettiğinden azına razı olma
-Son olarak sadece ilişkiler değil kariyer, arkadaşlar, aile kısaca hayatındaki her şeyin seni mutlu ettiğinden emin ol ve etmeyenleri ele.

Kim bir kadından daha iyi cilalayıp parlatabilir ki? Kendi hayatının Karate Kid'i ol.

Sevgilerimle




 *Leslie Morgan Steiner'ın Ted Konuşması  'Why domestic violence victims don't leave?' 
https://www.youtube.com/watch?v=V1yW5IsnSjo

DOMESTİK ŞİDDET HAK EDİLEN BİR ŞEY Mİ VE DİNAZORLARLA BİR İLGİSİ VAR MI?

Bir tema farklı kanallardan tekrar tekrar karşıma çıkıyorsa biliyorum ki gör beni diyor havalı deyimle 'domestik şiddet' kuşa...